Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), adrese dayalı nüfus kayıt sistemi (ADNKS) verilerine göre, 31 Aralık 2011 tarihi itibariyle, 81 ilin nüfusunu alınan veya verilen göç oranlarıyla birlikte duyurmuş oldu. Gözlerimiz hemen Bayburt ili ile ilgili olanlara takıldı. İşte size veriler: Bayburt ilinin 2011 yılı için toplam nüfusu 76.724 kişi ve ülkemizin en az nüfusa sahip olan ili. Öte yandan, nüfusu bir önceki yıla göre artış gösteren 56 ilden de biridir ve 2011 yılında nüfus artış hızı da binde 30,60 olmuştur. Özetle, geçmiş yıllarda sürekli göç veren ilimiz, 2011 yılında göç almış ve nüfusunu arttırmıştır. Şimdi, bir de TÜİK’in geçmiş yıllara ait ADNKS verilerine de bir göz atalım. Bayburt ilinin 2008 yıllına ait nüfusu 75.675 kişi ve göç hızı da binde -25,48 dır. 2009 yılına ait nüfusu 74. 710 kişi ve göç hızı da binde -17,5 dur. 2010 yılına ait nüfusu ise 74. 412 kişi ve göç hızı da binde -10,64 dür. Bu verilere göre, ilimizin 2008 yılından beri göç oranı gittikçe azalmış ve 2011 yılında da artışa geçmiştir. Biraz şaşırdınız değil mi? Ama gerçek. ADNKS verilerini, 2008 yılından itibaren dikkate almamızın önemli bir nedeni var. O da şu: Bayburt Üniversitesi faaliyetine resen 15 Eylül 2008 yılında başlamıştır. Bir önceki yazımda, artan öğrenci ve personel nüfusu ve yarattığı istihdam imkanlarıyla göçün en büyük stoperinin ve telafi edicisinin Bayburt üniversitesi olacağını vurgulamıştım. Bu durum bugün kısa vade de olduğu gibi, orta vade de de fazlasıyla hissedilecektir. Ancak, üniversite öğrenci ve personel sayısı ve oluşturduğu istihdam alanları, bir süre sonra doygunluğa ulaşacak ve üniversitenin etkisiyle bir süre hissedilmeyen ancak gizli iç kanama gibi devam eden yerel insan göç’ü önlem alınmaz ise tekrar belirgin hale gelecektir. O halde bu havanın yalancı bahara dönüşmemesi için ne yapmalı? İşte cevabı: Bu ili bir ‘’Üniversite şehri’’ yapacak ilgili tüm hizmet sektörlerini (taşımacılık, barınma, yiyecek ve giyim ve eğlence) geliştirmek ve nitelikli hale getirmektir. Yoksa, bu şehrin sosyal ve ekonomik kalkınmasında etkili olabileceği düşünülerek, çeşitli kişi ve kuruluşlar tarafından hazırlanan raporlarda sürekli dile getirilen ve bir türlü harekete geçirilemeyen potansiyelleri, temcit pilavı gibi ısıtıp, ısıtıp koymanın bir yararı olmayacaktır.
Bugün için üniversite ile yakalanan fırsatı avantaja dönüştürmek daha reel görünmektedir. Lakin öncelikle raporlarda sözü edilen potansiyelleri irdeleyelim ki savımızın ne derece haklı olduğu ortaya konulabilsin. Sonra da, üniversite şehri olma yolunda gelişime de katkı sunacak önerilerimizi sıralamış olalım.
Raporlarda sosyo-ekonomik kalkınmada liste başında, ilin ve bulunduğu bölgenin de bir gerçeği olan tarım ve hayvancılığın aktif hale getirilmesi yer alıyor. Peki ama nasıl? Sorusunun rasyonel ve reel bir cevabı yok. Ancak, bu potansiyelin nasıl yitirildiğine göz atmakta fayda var: Güç coğrafik ve ağır iklim koşulları arazilerin etkin olarak kullanılmasını engellemiş, geleneksel yöntemlerle elde edilen verimin de düşük olması ve alternatif tarım yöntemlerinin geliştirilememesi, arazi sahiplerini, arazilerini işleme yerine, başka arayışlara yöneltmiş ve göçe zorlamıştır. Terk edilen arazilerin çok hissedarlı olması, göç edenlerin farklı metropol alanlarda bulunması ve ölüm gibi nedenlerle arazilerin büyük bir kısmının geride atıl halde bırakılması, daha doğrusu unutulması, kooperatif kültürünün gelişmesini de engellemiştir. Bununla birlikte, tarımsal ürün miktarı yeterli olmadığından, tarıma dayalı olası sanayi de gelişememiştir. Dolayısıyla, hayvansal tarıma dayalı hayvancılık potansiyeli de cazibesini yitirmiştir. Zaten, köylerde tarım ve hayvancılığı yeniden ekonomik değere dönüştürebilecek bir nüfus ve işgücü de bulunmamaktadır. Köyler gerçekten S.O.S sinyalleri veriyor… Mikro ölçekte gerçek bu. Makro ölçekte ise, aktif olan tarım ve hayvancılığı korumada, teşvik etmede ve daha cazip hale getirecek politikaları üretmede de geç kalınmış olmasıdır. Ayrıca, kentsel alanlara göçü engelleyecek Avrupai köysel dönüşüm projelerinin zamanında geliştirilememiş olması da en önemli faktörlerden biridir.
Bayburt kalesi, Şehit Osman tepesi, Aydıntepe yeraltı şehri (geçidi) ve Çımağıl mağarası (Karstik boşluklar) gibi oluşumlar, ülkemizde birçok yerde bulunmaktadır. Bunlar, ülke içinden ve dışından ziyaretçi yoğunluğu oluşturabilecek ve bunu ekonomik katkıya dönüştürebilecek bir potansiyele veya ayrıcalığa sahip değillerdir. Belki, Kop dağı için kış turizmini geliştirilebilecek planlama ve yatırımlar bir potansiyel oluşturabilir. Ama kiminle? Bayburt dışında yatırım yapmayı tercih eden Bayburtlu sermayedarlar ile mi?
Devam edecek…