11-21 Eylül 20011 tarihleri arasında ABD büyükelçiliğinin ‘’International Visitor Leadership Program’’ının davetlisi olarak ABD’nin North Caroline, Texas ve Washington eyaletlerinin çeşitli üniversitelerinde, 21. Yüzyılın üniversite anlayışını tartışmak ve global ölçekte üniversiteler arası işbirliğini teşvik etmek için yürüttüğümüz faaliyetlerden sonra, 22 Eylül 2011 tarihinde de Alaska eyaletinin Anchorage şehrinde düzenlenen bir konferansa davetli konuşmacı olarak katıldım ve şimdi buradan ülkeme dönmeye hazırlanırken, sonbaharın renk cümbüşüne bürüdüğü vahşi doğa harikası Alaska eyaletinden, yıllarca farkına varamadığımız veya vardırılmadığımız bir realiteyi sizlerin özellikle de yarınların umudu genç nesillerin dikkatine sunmak istedim.
Dört tavuk bir kartal yuvasına gidip bir yumurta aşırmışlar… Yumurtayı kümeslerine getirdiklerinde, kümeste bulunan diğer tavuklar gördükleri bu yumurta karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler çünkü gördükleri bilinen yumurtalardan oldukça büyüktür. Ancak, bu şaşkınlık uzun sürmez ve kısa bir süre sonra onun çok büyük bir tavuğa ait olabileceği kararına varırlar. Bir süre sonra, yumurtayı getirenlerde unutur ve onlarda bu yumurtanın büyük bir tavuğa ait olduğuna inanırlar. Ancak, kuluçka için bir anneye ihtiyaç vardır. Nihayet aranan anne bulunur ve kuluçka başlar. Bir süre sonra yumurta kırılır ve içinden uzun kanatlı, ilginç gagalı, simsiyah tuhaf bir yavru çıkar. Herkes çok mutlu olur çünkü böylesini ilk defa görmüşlerdir. Anne tavuk yavrusuna dersler vermeye başlar. Bak yavrum yerde bulduğun böceği şöyle ye… Arpayı, buğdayı böyle ye… Yavru tavuk annesinden her gün yeni şeyler öğreniyor ve her söyleneni de harfiyen uyguluyordu. Gün geçtikçe etrafındaki tavuklardan daha büyük ve haşmetli görünüme kavuşuyordu. Anne tavuk, yavrusuna tehlikelere karşıda nasıl davranacağını öğretiyordu. Bak yavrum eğer kedi buradan gelirse sen aksi istikamete doğru kaç, şuradan gelirse buraya kaç gibi…
Yavru büyüdükçe güzelleşiyordu da. Uzun kanatları vardı. Diğerleri ara sıra onun kanatlarını seyretmek için yanına geliyorlardı. Anne tavuk bir gün yavrusuna havadan gelen tehlikelere karşı kendisini nasıl savunacağını anlatırken, yavrunun gözü, gökyüzünden süzülerek ürkütücü bir ihtişamla geçiş yapan bir başka canlıya ilişti. Büyük bir şaşkınlıkla anne bu ne? Dedi. Ha omu? O kartal yavrum. Kuşların padişahı… Ne de güzel uçuyor dedi yavru! Evet yavrum. Ama sen sakın ona özenme. Asla onun gibi olamazsın. Unutma sen bir tavuksun. Senden önce baban, amcan ve deden hepsi ona özendi ama hiçbiri başaramadı. Sen bir tavuksun ve bir tavuk gibi yaşamalısın. O günden sonra yavru tavuk ömrü boyunca kartalın ihtişamlı geçişini izleyip iç çekermiş… Ve her seferinde keşke bende bir kartal olup uçabilseydim dermiş. Yine bir gün yavru tavuk ihtişamla süzülüp geçen kartalı izlerken ölüp gitmiş… Onu bir tavuk gibi gömmüşler. Oysaki ölen bir kartaldı…
Ne acıdır ki, binlerce hatta milyonlarca insan, Einstein, Sokrates, Newton, Edison, Mozart, Piri Reis, Mimar Sinan gibi şahsiyetlere gıpta ile bakıyor, dâhiliğin onlara doğuştan verilen ekstra bir güç olduğunu düşünüyor. Onları konuşuyor. Onlar için efsaneler üretiyor ama kendi potansiyellerinin farkına varmadan veya vardırılmadan yaşıyor ve sonrada bu fani âlemden göçüp gidiyor. Tıpkı yavru kartal gibi…
Peki, nedir o zaman onlarla bizi farklı kılan? Eğer yukarıda adı geçen şahsiyetlerin bazılarının hayat hikâyelerine kısaca göz atacak olursak, sanırım sizde cevabı çok kolay bulabileceksiniz.
Devam edecek…