Bu imkânsızlığın DEM ve CHP seçmeni için bir imkân üretmesinin en temel sebebi, her iki parti seçmeninin de katı gelenekçilikle hareket ediyor olmalarıdır.
Geleneğin gücünün hafife alınamayacağını Pascal’ın cümlesinden okuyalım: “Gelenek, salt kabul edildiği için bütün hakkaniyetleri üretir; otoritesinin gizemi buradan gelir.”
Geleneğin gücünü aşmak ve ilahi olanın bahşettiği o kozmopolitin lütfuna ermek herkese nasip olmamıştır.
Çıkarların da eşlik ettiği gelenekçiliğin otoritesi olmasaydı, İzmir yıllardır körfezin lağım kokusuna dayanabilir miydi?
Güneydoğudaki seçmen, kendisine dayatılan geri kalmışlığı kutsayabilir miydi?
Geleneğin otoritesini aşmak ve saf hakikate ulaşmak bazen ilmî örtüyü bile açabilmeyi, akademik paradokslara takılmamayı, pedagojik ütopyaları aşabilmeyi gerektirir.
Gelenek elbette önemlidir.
Lakin onun bazen toplumları dar koridorlara sokan, perspektifini daraltan, hakikatlerini gölgeleyen, delillerini karartan gücünün de farkında olmak gerekiyor.
Skolastisizmin nasıl doğduğunu hatırlamak, bu aşamada çok açıklayıcı olabilir.
Sorgulanmadan sürekli tekrar edilen metinlerin kanonlaşması (kanun) sonucunda ortaya çıkan bir perspektif yitimidir bu.
Bu sorgulanmadan yapılan tekrarlar, gelenek için de geçerlidir ve onun için de çoğu yerde kanunların bile üstüne çıkar.
Sürekli tekrarın getirdiği sıradanlık, Levi Strauss’un dediği; “Başlangıçların taklit edilemez ihtişamı”nı da geri getiremiyor ne yazık ki.
Şimdi Türkiye’yi bekleyen en önemli risk de burada yatıyor aslında.
Bugün belediyeleri kazanan bu katı geleneğe tabi iki partinin -ki biri PKK uzantısı üstelik- ülkeyi de bir perspektifsizliğe sürükleme ihtimali söz konusudur.
İstanbul’da son beş yılda yalan ve algıyla, illüzyonla üstü örtülmeye çalışılsa da bunun emareleri çok net verildi.
Ülkenin tamamına İzmir’in ya da Güneydoğu illerinin kaderini yaşatma potansiyellerinin dayandığı kaynak katı ve başarısızlıklarla, faşizan kırıntılarla dolu bir gelenek olunca bu endişe çok daha yüksek bir seviyeye ulaşıyor.
Bunun ne demek olduğunu, seçim akşamı karşılaştığım ve üç çocuğunu imam hatip lisesinde okutan komşuma sormak gerekir.
Maddi imkânları da gayet iyi olduğu hâlde endişesi neydi peki?
Elbette 28 Şubat’ın bir dejavu gibi yeniden gözünde canlanması.
“Hocam, ilk defa çocuklarımın geleceği için endişelendim” dediğinde gözlerinin dolması, dudaklarının kontrol edilemez bükülüşü işte bu katı geleneğin yaşattıklarıyla ilgiliydi kuşkusuz.
CHP, sürekli kendi içindeki -kamufle etmeye çalışsa da- “hortlamaya müsait” din, başörtüsü, sakal düşmanlarıyla varlığını sürdürürken buna şimdi de PKK’nın siyasi uzantısı olan DEM’i eklemiş oldu.
Bana göre CHP’nin -bir Aşil topuğu olarak- en zayıf noktası hâline gelen DEM, şimdiden başlayan şımarıklıklarıyla çok büyük faturalar ödetme potansiyeli taşıyor.
CHP’nin arkasında duramayacağı, seçmene anlatamayacağı şımarıklıklar, kendi gelenekçi tabanında bile çok derin çatlamalara sebep olacaktır.
Zira CHP’nin asla bölünmeyi tasvip etmeyecek, terör olaylarına rıza gösteremeyecek ulusalcı kanadı için bu böyledir.
DEM ile açıktan iş birliğine giden CHP yönetiminin, DEM’li belediyelerde okunması reddedilen İstiklal Marşı gerçeğinin arkasında durması da mümkün değildir.
Süreçte Türkiye’nin üniter yapısını hedef alan pek çok şımarıklığın yaşanacağını tahmin etmek de zor değildir.
CHP, uzun süre taşıyamayacağı bir ateş topunu yüklenmiştir.
“Köprüyü geçene kadar” anlayışıyla yüklendikleri bu ateş topunun, köprünün orta yerinde kucaklarından düşme ihtimalini göremeyenler, köprünün öbür ucundaki iktidara da ulaşamayabilirler.
Aşağıda bekleyen selin nereye sürükleyeceği de çok meçhul olacaktır.
Bizden söylemesi…