Somada, maden kazasında büyük bir acı yaşadık. 300 den fazla insanımız öldü. Ülke olarak yasa boğulduk. Soma maden ocağı kazası için bilende bilmeyen de çok şey konuştu. Kimi vatandaşlarımız üzüntü ile ağladı, bir kısmı da muhalif duygular ile maden faciasını istismar etmeye çalıştı.
 “Soma'da 301 işçimizin şehit olduğu acı kaza sonrası, Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'in yaptığı yorum herkesin tepkisini çekti. Halk tv'de canlı yayına bağlanan Özdil, Soma'daki faciayı yorumlarken kullandığı "O işçiler için bu kaza normaldir, hatta müstahaktır, Türkiye layığını buldu" sözü her kesimin kanını dondurdu.”
Bütün bunlar olurken, ateş düştüğü yeri yaktı. Analar evlatlarını, eşler kocalarını, yavrular babalarını kaybetti.
Bundan sonra ne olacak? Bu olaylardan nasıl ders alacağız? Maden ocaklarında gerekli tedbirler alınarak bundan sonra göçük, patlama olmaması sağlanacak mı? Yaşadığımız depremlerden ders çıkarılarak, insanlar yıkılan evlerin altında kalmayacak mı?   Dere yataklarına ev yapılmıyor mu? Patlama ve yangınlara karşı önlem aldık mı?  İş yerlerinde, iş güvenliğine ne kadar önem veriyoruz? Araç kullanırken, trafik kurallarına ne kadar uyuyoruz? İçkili araç kullanımını ne kadar azalttık? Ülkemiz de hastalıkların ve ölümlerin en büyük nedeni olan, gıda zehirlenmelerine karşı ne gibi önlemler aldık? Uygunsuz gıda üretimi yapan, bu yüzden bakanlıkça isimleri basında teşhir edilen firmalar hakkında hangi caydırıcı işlemler yapıldı? Bu firmalar halen faaliyetlerine devam ediyor mu, etmiyor mu? Soruların arkası bitip tükenmeden uzayıp gitmektedir.
Bu ülkenin insanları olan bizler, adeta tesadüfen yaşıyoruz. Çevremizde yüzlerce tehlike kol gezmektedir. Kendimiz, bu tehlikelere göz yumuyor, bana ne sallabaşını al maaşını diyoruz. 
Batı ülkelerinde antibiyotik kullanımının çok az olduğu, antibiyotiğin zehir olarak görülüp, zorunlu olmadan antibiyotik kullanılmadığını, ülkemizde ise başı ağrıyana antibiyotik reçetesi yazıldığını hepimiz duyuyoruz.
Avrupa da, Radyasyon yayma ihtimali ile sağlıklı kullanım süresi sona eren, kullanım dışı kalan emar ve tomografi cihazlarının, ülkemize getirilerek kullanıldığını duymayan kaldı mı?
Bütün bunları duyuyor, biliyor, yaşıyoruz. Önce feveran ediyoruz, kaybettiklerimizin arkasından üzülüp yas tutuyoruz, sonrada bir şey olmamış gibi unutup gidiyoruz!
Gelişmiş diye nitelendirilen ülkeler ise, her konuda kurallarını tavizsiz olarak uygulayarak, yaşam tarzlarını ortaya koymuşlar. Yöneticileri günün şartlarına göre değil, uzun süreli planlamaya dayalı olarak yönetimlerini sürdürüyorlar. Güneş batmayan imparatorluk idealini halen devam ettiriyorlar. Biz ise, ülkemizin parçalanma tehlikesinin sancılarını çekiyoruz.
Sorunların çözümü için, bir yerden taviz vermeden başlamak gerekiyor. Kuralları koyup, tavizsiz uygulayıp, manda altında değil, özgür bir ülke olarak yaşamak, ülkemizi ilgilendiren her konuda başka ülkelerden izin almadan, kendimiz karar verip uygulamaya geçmemiz gerekiyor. 
İşte o zaman kendi kurallarımızın ülkesi oluruz. Kendi geleceğimiz için yaşarız. Başkaları bizim geleceğimize ipotek koyamaz, bizi yönetemez. Satırlarıma karanlık şiiri ile son veriyorum.
Karanlık
Gözün Görmediği
Bilinmeyen Bir Yer
İşte Orası
Aydınlanmalı Artık
Kapkara Eller
Orayı Örtmemeli
Tanyeri Ağardığı Gibi
Önce Yavaş Yavaş
Sonra Apaydınlık 
Olmalı Her yer
Bir Şey Gizlenmeden
Bilinmeli Her şey
İşte O Zaman
Hakem Olmalı Koca Millet
Sorgulanmalı Devirler
Eğer Varsa Suçlu
Cezası Verilmeli
Eğer Yoksa Suçlu 
İlahi Adalet
Tecelli Etmeli  
Mustafa Yolcu