Çocukluğu hakkında çok fazla bilgi bulunmayan Mimar Sinan, 22 yaşına kadar doğduğu köy Ağırnas (Kayseri) da babasının ticaret işleri ile uğraşır. 22 yaşlarında Osmanlı ordusuna devşirme olarak katılır. Dokuz yıl acemi oğlanlar ocağında çeşitli işlerde çalıştıktan sonra da yeniçeri ocağına alınır. Bu ocakta sanatkarlığı öğrenir ve marangoz ustası olur. Hem Yavuz Sultan Selim döneminde ve hem de muhteşem Süleyman döneminde, Bosna’dan Mekke’ye uzanan coğrafya da seferlere katılır. Bu seferler esnasında, çok sayıda köprüler, ambarlar, türbeler, çeşmeler ve camiler onarmış ve inşa etmiştir. Kendisine tarihsel önemi olan şehirleri de gezme fırsatı tanınmıştır. Koca Sinan, 1538’de yani 49 yaşında baş mimarlığa atanır. Bu ana kadar inşa ettiği birçok yapı vardır. Ama onun sadece üç yapıtı üzerinde vurgu yapılır. 59 yaşında inşa ettiği ve inşası 5 yıl süren Şehzade Camii, 68 yaşında inşa ettiği ve inşası 7 yıl süren Süleymaniye Camii ve 85 yaşında inşa ettiği ve inşası 6 yıl süren Edirne-Selimiye Camii. Mimar Sinan, dünyaca ün salmış bu üç muhteşem yapıtı sırasıyla, çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri olarak tanımlar. Şaşırtıcı değilmi? UNESCO dünya mirası listesinde yer alan Selimiye Camii’ni ünlü Alman mimar ve tarihçi Profesör Ernst Dier, boyut, yükseklik, bütünlük ve görkem bakımından dünyadaki tüm anıtlardan üstündür der. Bu muhteşem yapıtlar, günümüze kadar dört asırdan fazla bir süre geçmesine ve yüzlerce deprem geçirmesine rağmen bugün dimdik ayaktalar. Yirminci yüzyılın en büyük mimarlarından Frank Lloyd Wright diyor ki: dünyaya iki tane mimar gelmiştir. Biri Osmanlı Mimarı Sinan, diğeri de ben. Peki bu başarının sırrı nerde? O zaman Koca Sinan’a kulak verelim. ‘’Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi ve görgümü artırdım.’’
Altı yaşında iken çiftlikte bir tavuğun yumurtalar üzerinde kuluçkaya yattığını görür. Merak edip, birkaç yumurta da kendisi alır. Sepetin içine koyar ve saatlerce üzerinde oturur. Uzunca bir süreden sonra ailesi onu merak edip, aramaya koyulur. Ablası onu bir sepetin üzerinde oturur vaziyette bulur. Şaşkınlıkla seslenir ve onu bulunduğu yerden kaldırır. Sepetin içindeki kırık yumurtaları ve pantolonunun da lekeli olduğunu görür. Edison’a niye böyle bir şey yaptığını sorar. O da tavukların bu yolla civciv ürettiğini, kendisininde bunu denemek için yaptığını söyler. Ablasının kızacağını düşünür ancak ablası ona üzülme hiçbir şey denemeden başarılamaz der. Thomas Edison, Amerika’da doğmuş, Edison ailesinin yedinci ve son çocuğudur. Meraklı fakat tembel bir öğrencidir. Aklı sıkça gidip gelen biri olduğu için hocası onu’ ’Şaşkın’’ diye çağırırmış. Edison’un annesi bunu duyunca üzülür, öfkelenir ve onu hemen okuldan alır. Üç aylık bir serüvenden sonra Edison’un formal eğitim hayatı sona erer. Ancak, annesi eski bir öğretmen olduğu için onu evde eğitmeye devam eder. Ona kütüphaneden çeşitli kitaplar ödünç alır ve okumasını sağlar. 10 yaşında hemen hemen her çocuk gibi kimyasal sıvılara ilgi duyar ve deneyler yapmaya başlar. Annesi de onu sürekli destekler ve teşvik eder. Zaten o annesini Edison’u inşa eden olarak tanımlar. 12 yaşında %80 oranında duyma yetisini kaybeder ve ticarete heveslenir. Trenlerde gazete ve şeker satar. Onun ticaret yapmadaki amacı bir kimya laboratuvarı kurmaktır. Başarırda. Bir eşya vagonunda laboratuarını kurar ve deneysel çalışmalarına devam eder. Hatta ilk gazete baskısınıda yapar. 14 yaşında 3 yaşında bir çocuğu ezilmekten kurtardığı için, o çocuğun babası Edison’a minnetar kalır. Ona mesleği olan telgraf makinesinin nasıl kullanılacağını öğretir. Edison telgraf operatörlüğüne başlar. Ancak, deneysel çalışmalarına devam etmek için gece vardiyesinde çalışmayı ister. Birgün sülfirik asitle deney yaparken patronunun masasına döker ve bu nedenle de işten kovulur. Edison 24 yaşında ilk evliliğini yapar. Ne var ki, eşi 13 yıl sonra ölür. Bu evlilkten üç çocuğu vardır. 39 yaşında tekrar evlenir. Bu evlilikten de üç çocuğu olur. Bu arada icatlarına da devam eder. İcatları arasında, gramafon, akümülator, diktafon (ses kaydedici), teksir makinesi, telefonlarda kullanılan karbon microfon, hepinizin çok iyi bildiği ampul yer alır. 84 yaşına kadar bıkmadam usanmadan çalışır. Birçok iş değiştirir. Bu nedenle de birçok şehir değiştirir. Her seferinde bir arayış içindedir. 1000’den fazla patent’in sahibidir. Ampülün icadı için 10.000’den fazla girişimi olmuştur. Bu kadar denemede başarısız olmanıza rağmen, neden yenilgiyi kabul etmediniz de 10.001’inci denemeyi yaptınız? Diye sorulur. Edison, ben başarısız olmadım. Sadece işe yaramayan 10.000 tane yolun olduğunu keşfettim diye cevap verir. Ama onun başarısı yine kendi söyleminde yer alır ’’Dehanın yüzde biri ilham yüzde doksan dokuzu terdir’’ .
Tüm bu anlatılanlar ile dikkatinizi bir şeye çekmek istedim. Dahiliğin bazılarına verilen ekstra bir güç olmadığına. Öyle olsaydı, Edison ilk denemede ampülü, Graham Bell’de telefonu icat ederdi. Unutmayın ki hepiniz bir dahisiniz. Aranızdaki terk fark, o saygın şahsiyetlerin kendilerini keşfetmesi olmuştur.
Son