Allâh-u Teâlâ’nın râzı olduğu tek din İslâm dînidir. İlk Peygamber Âdem Aleyhisselâm’dan, son Peygamber Efendimiz Muhammed sallâhu aleyhi ve sellem’e kadar bütün Peygamberler kavimlerine sâdece İslâm dînini tebliğ etmişlerdir. Ancak bâzıları özellikle Yahûdîlik ve Hristiyanlığın da ilâhî din olduğunu iddiâ ediyorlar. Burada zikredeceğimiz Âyet-i Kerîmelerden ve Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilen birçok Âyet-i Kerîme’lerden de anlaşılacağı üzere bütün Peygamberlerin dîni İslâm’dır. Dolayısı ile ilâhi, semâvî ve hak din sâdece ve sâdece İslâmdır. Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’in inancı da budur.
İbrâhim Aleyhisselâm, ilâh olduğunu iddiâ eden Nemrut ve onun putperest kavmini Allâh’ın varlığına ve birliğine inanmaları ve onları İslâm dînine dâvet için gönderildi. İbrâhîm Aleyhisselâm ne Yâhûdî ne de Hristiyandı. O Allâh’a hakkıyla îmân eden Müslümân bir peygamberdi. Bu durum Kur’ân-ı Kerimde Âl-i İmrân Sûresi’nin 67. Âyet-i Kerîmesi’nde şöyle ifâde edilmektedir;
مَا كَانَ اِبْرٰهٖيمُ يَهُودِيًّا وَلَا نَصْرَانِيًّا وَلٰـكِنْ كَانَ حَنٖيفًا مُسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ
Meâlen; “İbrâhim ne bir Yahûdî, ne de bir Hristiyandı. Fakat o,Allâh-u Teâlâyı tanıyan gerçek bir Müslümandı ve müşriklerden de değildi”.
Bakara Sûresi’nin 132 Âyet-i Kerîmesi’nde ise İbrâhîm aleyhisselâm’ın kavmine vasiyetini görüyoruz;
وَوَصّٰى بِهَا اِبْرٰهٖيمُ بَنٖيهِ وَيَعْقُوبُ يَا بَنِىَّ اِنَّ اللهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّٖ۪ينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
Meâlen: ‘’İbrâhim, bunu (İslâm dînini) kendi oğullarına da vasiyet etti, Ya’kûb (aleyhisselâm) da öyle: Oğullarım! Allâh, sizin için bu dîni (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak ölün ve İslâm dîninden başka bir inanç üzerinde ölmeyin’’ diye emredilmektedir.
Peygamberler miras olarak mal ve mülk bırakmazlar; ancak ilim bırakırlar. Vasiyet olarak da İslâm dîninde sâbit kalmayı emrederler. Bu Âyet-i Kerîme’nin siyâkında (devamında) da geçtiği gibi özellikle İslâm üzere ölmeyi emretmişlerdir.
Mûsâ Aleyhisselâm ve kardeşi Hârûn Aleyhisselâm da; ilâh olduğunu iddiâ eden Firavn’u, ve onun putperest kavmini Allâh’ın varlığına ve birliğine inanmaya dâvet eden, yâni onları İslâm dînine çağıran Peygamberlerdendi.
Mûsâ Aleyhisselâm, bir gün İsrâiloğullarına vaaz ve nasîhatta bulunarak İslâm dînine sımsıkı sarılmalarını ve Allâh’a tevekkül etmelerini söyledi. Bu husus Yûnus Sûresi’nin 84. Âyet-i Kerîmesi’nde şöyle haber veriliyor;
وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِمٖ۪ينَ
Meâlen: “Mûsâ da kavmine şöyle dedi: Ey kavmim! Siz gerçekten Allâh’a îmân edip Müslümân olmuşsanız artık o hâlde Allâh’a tevekkül edin.”
Mûsâ Aleyhisselâm’a îmân etmekle İslâm dînine giren Firavn’ın (Firavun) sihirbazları, Firavn’ın kendilerine işkence yapacağını söyleyince, Allâh’tan kendilerine sabır verip İslâm üzerinde ölmeyi nasîb etmesini dilediler. Onların bu duâları A’râf Sûresi’nin 126. Âyet-i Kerîmesi’nde şöyle geçmektedir;
وَمَا تَنْقِمُ مِنَّا اِلَّا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَاءَتْنَا رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمٖ۪ينَ
Meâlen: “Senin bizden intikam almaya (cezâ vermeye) kalkışman, ancak Rabb’imizin âyetleri gelince îmân etmemizden ileri geliyor. Ey Rabbi’miz üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslümân olarak vefat ettir”.
Îsâ Aleyhisselâm da bütün Peygamberler gibi Müslümandır ve o da gönderildiği kavmi İslâm dînine dâvet etmiştir. Tevrât’ı ve İslâm dînini tahrif edip, Yahûdîlik dînini uyduran İsrâiloğullarını İslâm dînine dâvet etmek üzere gönderilen Ulu’l Azm Peygamberlerin dördün-cüsüdür.
Âl-i İmrân Sûresi’nin 52. Âyet-i Kerîmesi’nde şöyle haber veriliyor;
فَلَمَّا اَحَسَّ عٖيسٰى مِنْهُمُ الْكُفْرَ قَالَ مَنْ اَنْصَارٖى اِلَى اللهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ اَنْصَارُ اللهِ اٰمَنَّا بِاللهِ وَاشْهَدْ بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
Meâlen: “Îsâ onların inkârlarını sezince, ‘Allâh yolunda yardımcılarım kim?’ dedi. Havârîler, ‘biziz Allâh yolunda sana yardımcı olacaklar’. Allâh’a îmân ettik. Şâhit ol, biz Müslümanlardanız ‘dediler.”
Mâide Sûresi’nin 111. Âyet-i Kerîmesi’nde de şöyle buyuruluyor.
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّٖنَ اَنْ اٰمِنُوا بٖى وَبِرَسُولٖى قَالُوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّنَا مُسْلِمُونَ
Meâlen: “Hani, havârîlere (Îsa Aleyhisselâm’a bağlı olanlara) ‘Bana ve Peygamberime îmân edin’ diye bildirilmişti de onlar, îmân ettik, bizim hakîkî Müslümanlar olduğumuza şâhid ol demişlerdi.”
Görüldüğü gibi, her iki Âyet-i Kerîmede de Îsâ Aleyhisselâm’ın Müslüman olduğu ve İslâm dînini tebliğ etmek için gönderildiği açıkça ifâde edilmektedir. Havârîler, “şâhid ol ki bizler Müslümanlarız”demişlerdir. Havârîler, Îsâ Aleyhisselâm’ın sahâbeleri ve en yakın arkadaş-larıdır. Onun sahâbeleri; “şahid ol ki biz Müslümanlarız” derken; bu Âyet-i Kerîmeleri ve Kur’ân-ı Kerîm’i anlamaktan yoksun olanlar; Îsâ Aleyhisselâm’ın Hristiyan olduğunu ve insanları Hristiyanlık dînine dâvet ettiğini söylemektedirler. Bu açık bir iftiradır.
Yahûdîlik dînini uyduranlar; önce Tevrât’ta İslâm dîniyle ilgili olan âyetlerin mânâlarını tahrif edip bozdular. Bu âyetleri Tevrât’tan kaldırıp onların yerine kendi uydurmuş oldukları bâtıl olan Yahûdîlik inancını yazdılar ve insanlara, Allâh’ın Mûsâ Aleyhisselâm’a emrettiği ve Tevrât’ta bildirdiği dînin de Yahûdîlik dîni olduğunu söylediler.
Mûsâ Aleyhisselâm’a inananların hepsi Müslüman olup Kelime-i Şehâdet’i (Allâh’tan başka ilâh yoktur, Musâ Allâh’ın rasûlüdür) söylerlerdi. Günde iki vakit farz olan namazı kılarak İslâm’ı yaşayan bir kavim idiler ve kendilerine İsrâiloğulları denilmekteydi.
Bâzı kişiler de, Hristiyanlık dîninin önceleri hak din olduğunu daha sonra tahrif edilip bozulduğunu iddiâ etmekte ve bu şekilde inanmaktadırlar. Oysa bu inanç da yanlıştır. Çünkü tahrif edilen, Îsâ Aleyhisselâm’ın bildirmiş olduğu İslâm dîninin kitabı olan İncîl şerîatıdır, Hristiyanlık değildir.
Diğer Peygamberlerin de kavimlerini İslâm’a davetleri birçok Âyet-i Kerîme ile sabittir. Bu kadar açık Âyetler varken Yahûdîlik ve Hristiyanlığın da hak din, ilâhî din, veyâ semâvî din olduklarını iddiâ etmek ve bunun akabinde de İslâm’ın son din olduğunu söylemek doğru değildir ve îmân esaslarımıza aykırıdır.
Bu tür büyük hatalara düşmemek için farz-u ayn olan din ilminin Peygamber Efendimizin Hadîs-i Şerîf’inde bildirdiği gibi “ehlinden ve karşılıklı ders yapmak sûreti ile” öğrenilmesi zarûrîdir.
Sözün özü; ilâhî, semâvî ve hak olan din sâdece İslâm Dîni’dir ve ilk Peygamber Âdem Aleyhisselâm’dan son Peygamber Efendimiz Muhammed’e (salllâhu aleyhi ve sellem) kadar bütün Peygamberler Müslümândır ve sâdece İslâm Dîni’ni tebliğ etmişlerdir.
Allâh’ım kalbimizi İslâm Dîni üzere sâbit kıl!!!Âmîn